27 Ekim 2012 Cumartesi

GDO’lu diyet tarifleri



Haliyle panik halindesiniz... “Nasıl anlarız? Genetiği değiştirilmiş
organizma yemekten nasıl kurtuluruz?” filan.           







Şöyle...




*




Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya
ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip,
marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o
tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle,
siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız
maalesef.




*




Ne
verirlerse...




Onu
yiyeceksiniz.




*




Kız evlat yetiştiriyorsunuz,
en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy
alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp,
limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o
nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef...
Torunlarınız da.




*




Zahmet edip sütlaç
yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu
bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur
tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz
için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık
yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya
döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven
çıkamıyor.




*




Size zor geliyor ama, zor mu
evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur
İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak?

Şikâyet edip duruyorsun,
içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye... İster tam buğday
unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen
kabız... Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet
umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?




*




Güya, çoluğunu çocuğunu
düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun... Eğri büğrü
biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun
kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun... Ne işe yaradı
senin pazara gitmen?




*






Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi...
Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili
birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!




*




Enginar, börülce, radika,
cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu
kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun... Brüksel
lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?




*




Çin’den bal getiriyorlar
mesela... Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim,
içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği,
maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum... Kaşla göz arasında
frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı
profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de
terör bile azalır, terör bile.




*





Uzatmayayım.



Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.




*




Elin adamı, mısırdan,
soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!




*





Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı
şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme
zannettik.




*



Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya
da ne verirlerse onu yiyeceğiz. 

*Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.





























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder